Yayınlarımızı talep için tıklayınız.

Suriye Coğrafyasında Düşük Yoğunluklu Jeopolitik Savaş

Suriye Coğrafyasında Düşük Yoğunluklu Jeopolitik Savaş

Yazdır

Küresel Jeopolitik Okuma

Soğuk Savaş bittiğinde ABD ekonomisi tek başına dünya ekonomisinin neredeyse üçte birini oluşturmaktaydı. O dönemde Amerikan stratejistler, ABD’nin dünyayı kendi menfaatlerine göre şekillendirmek için elli seneye sahip olduğunu düşünmekteydiler. Bugün itibarıyla, ABD ekonomisinin büyüklüğünün dünya ekonomisi içindeki payı beşte bire düşmüş ve ABD’nin dünya üzerindeki iktisadî gücü askerî gücünün çok gerisinde kalmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası George F. Kennan’ın Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevreleme stratejisinin iktisadî ayağı Bretton Woods sistemi ile kurulmuş ve doların dünya hâkimiyeti ile bu hedefe ulaşılmıştır.  Askerî kuşatma ise NATO’nun kurulması ve Amerikan yönetiminin Almanya, Güney Kore, Japonya, Tayvan, Singapur ve Filipinler’deki askerî varlığı ile sağlanmıştır. Fakat 2008 finansal krizi Batı’nın dünya ekonomisindeki hâkimiyetine ağır bir darbe indirmiştir.

Pasifik’te askerî olarak kuşatılan Çin, nefes almak için Tayvan üzerinden Pasifik’e açılmak istemekte, fakat Amerikan ablukası ile doğrudan muhatap olmaktadır. Batı ile ticarî büyümesini sağlayan Çin Halk Cumhuriyeti kendisi için hayatî önem arz eden enerji kaynaklarının temini için öncelikle İran İslâm Cumhuriyeti’ne, sonra da Rusya ve Orta Asya Türk devletlerine yönelmektedir. İran’dan ve Türk devletlerinden temin edilecek enerji kaynakları, Çin için beka stratejisinin iki ayağından birini oluşturmaktadır.

İran’da Pars bölgesinde yeni doğal gaz kaynaklarının bulunması Çin için olduğu kadar Avrupa Birliği için de hayatî önem taşımaktadır. Avrupa Birliği şu an için doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 30’unu Rusya Federasyonu’ndan temin etmektedir. Görünen tabloda, orta dönemde Avrupa Birliği doğal gaz ihtiyacının hatırı sayılır bir bölümünü Rusya ve İran’dan temin etmeyi sürdürecektir. ABD ise Avrupa Birliği’nin Rusya ve İran’a olan enerji bağımlılığını kırmadan Avrupa siyaseti üzerinde etkili olamayacağını bilmektedir. Avrupa Birliği gelecekteki enerji güvenliğini riske atmamak için, Rusya ve İran’ın da denklemin tarafı olacağı bir savaş ya da çatışmayı istememektedir. Aynı enerji sahasından Pakistan da doğal gaz enerji ihtiyacını temin edecektir. Bu durum Afganistan ve Pakistan hattında da İran’ın etkisini artırmaktadır. Nitekim Amerikan yönetimi aynı coğrafyada yaşayan İran ve Pakistan sınırındaki Belucilere birçok konuda lojistik destek vermektedir.

İran doğal gazının Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e inmesi Rusya ve İran’ı Avrupa Birliği’nin temel enerji tedarikçisi yapacak, bu durum ise küresel olarak enerji piyasalarındaki petro-dolar hâkimiyetinin zamanla zayıflamasına sebep olabilecektir. Bu ise kısaca ABD’nin içinde bulunduğumuz yüzyılda iktisadî hâkimiyetini kademeli biçimde kaybetmesine yol açacaktır. Eğer Amerikan yönetimi Rusya, İran ve kendi menfaatleri arasında bir denge oluşturamaz ise, Suriye’de başlattığı düşük yoğunluklu çatışmayı Türkiye de dâhil olmak üzere Avrupa’ya gidecek tüm enerji güzergâhları üzerinde yaymak ve şiddetlendirmek isteyecektir. Amerikan yönetimi dünya enerji piyasalarındaki dolar egemenliğini ancak bu şekilde devam ettirebilecektir. Bu bağlamda, başta Türkiye olmak üzere,  dış siyasetlerini bu küresel denge arayışını dikkate alarak oluşturmak zorundadırlar. Nitekim İran, Irak ve Suriye doğal gaz boru hattı gündeme geldikten sonra Suriye iç savaşı başlatılmıştır. Suudî Arabistan ve Katar ise, Avrupa’da enerji hâkimiyeti oluşturmak emelleri ve İran karşıtı konumları sebebiyle Suriye üzerinden bölgede yürütülen düşün yoğunluklu çatışmanın finansörlüğünü yapmaktadırlar.  

Rusya ise sahip olduğu enerji jeopolitiği ile Batı’yı hareketsiz durumda bırakabilmektedir. Batı’ya meydan okuyan İran İslâm Cumhuriyeti ile Batı’ya karşı jeopolitik bir direnç hattı oluşturan Rusya, İran’ın nükleer teknoloji sahibi olması ile bu ittifakı derinleştirmektedir. Rusya, İran ve Türk devletlerindeki enerji kaynakları, Ortadoğu’da bir bölgesel savaş çıkması durumunda enerji temini sağlayan en önemli ülkeler olacaktır. Bu sebeple Batı, Suriye üzerinden sonu belli olmayan bölgesel bir savaşı göze alamamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya cephesi subaylarından Albay Bernd von Kleist, Alman ordularının Rusya içlerine hızla ilerlemelerini defterine şu ifadeler ile not etmiştir: “Karınca yuvasına saldıran fil gibiyiz, belki binlerce, milyonlarca karıncayı öldüreceğiz, fakat sonunda karıncalar fili kemikleri kalana kadar yiyecekler.” Bu ifadeler aynı zamanda Alman-Rus savaşı için hayatî bir stratejik okumanın eseridir.

Amerikan yönetimi, Rusya-İran jeopolitik hattını Suriye’de iç savaş çıkartarak zayıflatmak ve bu hattı yarmak istemiştir. Fakat İran’ın özellikle Basra Körfezi’nde askerî faaliyetlere başlaması Amerikan yönetimini kaygılandırmıştır. Hatta ABD Başkanı Obama, İran İslâm Cumhuriyeti Lideri Ayetullah Hamaney’e Haziran 2012 tarihinde gizli bir mektup göndermiştir. Her ne kadar açık kaynaklara yansıyan bilgiler mektubun İran’a tehdit içerdiğini[1] yazmışsa da, işin aslı Amerikan yönetimi İran ile Basra Körfezi’ne karşılık Suriye’ye askerî müdahale olmaması zımnî pazarlığını yapmıştır. Buna göre İran İslâm Cumhuriyeti, dünya petrollerinin yüzde 40’ının geçtiği Hürmüz Boğazı’nda askerî faaliyetlerini dengeleyecek ve askerî bir çatışmadan kaçınacak, ABD ise Suriye’ye askerî saldırıyı zorlamayacaktır. Bu zımnî anlaşma bugüne kadar, hatta Şam’da kimyasal silâh kullanılmasına* rağmen, uygulanmaya devam etmiştir. Obama, Suriye’de kimyasal silâh kullanımın kendi kırmızı çizgilerini oluşturacağını ve askerî karşılık verileceğini tüm dünyaya ilân etmiştir.[2] ABD ve İran arasındaki bu örtülü jeopolitik mücadelenin iyi tahlil edilememesi, Türk Dışişleri karar alıcılarının Amerikan yönetiminin Suriye siyasasını yanlış okuması sonucunu doğurmuştur.

Bugün itibarıyla, devam etmekte olan örtülü jeopolitik savaşın doğrudan askerî bir çatışmaya dönmemesi için orta yol bulunmuştur. Esad rejimi elindeki tüm kimyasal silâhları imha edecek; Amerikan yönetimi de daha önce kırmızı çizgi ihlâli saydığı kimyasal silâh kullanımı sorunundan taktiksel bir kazanımla çıkmış olacaktır. İsrail yönetimi ise, Esad rejiminin İsrail’e karşı en önemli stratejik denge unsuru olan kimyasal silâhlardan vazgeçmeyeceğine inanmaktadır.[3]

Bilgi Savaşı (Information Warfare), Karartma ve Perdeleme

Amerikan-NATO askerî doktrinin bir parçası olarak, eğer ittifak bir bölgede savaş ya da çatışmaya girerse, savaş hakkında mutlak bilgi denetimi ve yönlendirmesi sağlanmalıdır. Hitler’in propaganda bakanı Göbels’in siyasî tarihe geçen “Gerçek yaşanan değil, halkın yüzüne devamlı tekrar edilendir” şeklindeki meşhur sözü, bilgi savaşının (information warfare) özünü oluşturmaktadır. Bu zeminde Suriye’de Amerikan/NATO örtülü faaliyetleri başladığından beri Suriye haber kanalları Arap uydularından kaldırılmış, web sitelerine ulaşılması engellenmiştir. Arap Birliği bu kararını[4] Suriye’ye ambargo mahiyetinde almış, fakat bu durum Arap kamuoyunun bilgilendirilmesini engellemiştir. İran’ın sahada etkin gazetecileri ve bağlantıları bulunan ve İngilizce yayın yapan Press TV’sinin Birleşik Krallık’ta yasaklanması da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Suriye ve bölgenin siyasî tarihini, anayasal yapısını ve jeopolitiğini yeterince bilmeyen sahaya yabancı bazı sözde “uzman”ların basın yayın faaliyetlerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Suriye’de ilk dönemlerde gelen tüm bilgiler Amerikan/NATO merkezli olduğu için, bölge kamuoyu Suriye’de tam olarak ne olduğunu algılamakta zorlanmıştır. Bölge halklarına yanıltıcı bilgi verilmiş, rejimin düşmesinin an meselesi olduğu her gün basın yayın organlarından işlenmiştir. Bu inanış Suriye’de iç savaşın başlamasının önünü açmış ve silâhlı unsurların faaliyetlerine bölge halkları nazarında meşruiyet kazandırmaya çalışılmıştır.

Sahada Düşük Yoğunluklu Savaş (İstihbarat ve Özel Kuvvetler Savaşı)

Bu havada, çoğunluğu uzun yıllardır yurt dışında yaşayan, Suriye içindeki muhalefet ile doğrudan bağlantısı bulunmayan, birbirleri arasında ideolojik ayrımı son derece fazla rejim karşıtlarından oluşan Suriye Millî Konseyi kurulmuştur. Buna bağlı biçimde gelişen diğer önemli bir sorun ise, yurt dışında oluşturulan muhalefetin ordusu olarak meydana getirilen Özgür Suriye Ordusu’nun şu an kime bağlı olduğunun ve kimden emir aldığının belli olmamasıdır. Kahire merkezli Suriye Devrim Şûrası da kendisinin Şam yönetimini içinde destekçileri olduğunu iddia ederek kurulmuştur. Ayrıca, Özgür Suriye Ordusu kurulurken en önemli beklentilerden birisi, zaman içerisinde Suriye ordusundan ve halktan etkin bir katılım olmasıydı. Bugüne kadar bu beklenti ve öngörü henüz gerçekleşmiş değildir. Aksine Özgür Suriye Ordusu içerisinde diğer Arap devletlerinden Suriye’ye savaşmak için gelenlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu durum Suriye halkı üzerinden büyük bir kaygı ve korku yaratmaktadır. Özellikle Selefî/Vahhabî inancında olan silâhlı unsurların devlet otoritesinin olmadığı yerlerde kendi anlayışlarına göre kurallar koyup bunları infaz etmesi, bu korkuları daha da arttırmaktadır.

Komşu ülkelerden ve Arap devletlerinden Özgür Suriye Ordusu için alımlar yapıldığı ve eğitim verildiği haberleri, artık açık istihbarat hâline gelmiştir. Özellikle sahada Selefî unsurların El Kaide’ye olan itikadî/siyasî ve örgütsel bağlılıkları yüzünden bu silâhlı milislerin kontrolü ve denetimi mümkün olamamıştır. Esas plan, Özgür Suriye Ordusu’nun Halep’i askerî ve siyasî olarak denetim altına alması ve sonrasında uçuşa yasak bölge ilânı ile burada kurulan hükümetin tanınmasını sağlamaktı. Suriye ordusu için ise Halep çatışması şehir savaşı ve düşük yoğunluklu savaş tecrübesi kazanması için hayatî bir tecrübe olmuştur. İran ve Hizbullah’ın şehir savaşındaki tecrübesi ve Suriye’deki çatışmalara müdahil olması ise Şam yönetimi için diğer hayatî bir destek olmuştur. İran, Hizbullah ve Şam yönetiminin, karşısındaki “özel kuvvet unsurları”na karşı en büyük üstünlüğü saha avantajıdır. Tahran, Şam ve Hizbullah otuz yıldır mücadele ettiği sahada savaşmaktadır.

ABD’nin Suriye’ye saldırısı Irak’ın yanı sıra İran üzerinden Afganistan ve Pakistan’ı da içine alan derin bir jeopolitik alanda savaş anlamına gelecektir. Rusya ve Çin, tüm güçleriyle bu hattı Amerikan kuvvetleri için açık savaş sahasına çevireceklerdir. Nitekim Taliban, Suriye’de bir komuta kontrol merkezi kuracağını ilân etmiştir. Suriye iç savaşı zaten sadece Suriye’nin bir meselesi olarak başlamamıştır. Bu sebeple sadece Suriye’nin bir iç meselesi olarak da devam etmeyecektir. Irak’ta El Kaide’nin lideri olarak kabul edilen Ebu Bekir’ül Bagdadî, Nusra Cephesi’nin kendi kolları olduğunu ilân etmiştir.[5] Temel sorun, çoğunluğu Suriye dışından gelen birkaç bin Selefî silâhlı milisten oluşan bu unsurların Suriye halkını temsil etmemesidir. Bu gruplar, Suriye’deki Sünnî kesimi de temsil etmemektedirler. Hatta Irak’ta, El Kaide ve taraftarlarının Irak İslâm Devleti ismi altında faaliyet gösteren çatı örgütü, Suriye iç savaşına dâhil olarak ismini Irak ve Levant (Suriye ve Lübnan ) İslâm Devleti olarak değiştirmiştir. Bu durum ileride kuvvetle muhtemel Özgür Suriye Ordusu milisleri ile Selefî/El Kaide unsurları arasında şiddetli çatışmalara sebep olacaktır. Hizbullah’ın gücüne karşı Suudî Arabistan’ın savaş ve istihbarat eğitimi verdiği iddia edilen ve El Kaide’nin bir unsuru olan Ömer Tugayları[6] Suriye’de çatışmalara katılmaya başlamıştır. Selefîler’in sahadaki silâhlı eleman sayısının artması, Özgür Suriye Ordusu’ndan Suriye ordusuna kaymalara sebep olmaktadır. Selefî/Vahhabî unsurlar öncelikli olarak emir komutaya girmek istememektedir ve bu durum Suriyeli silâhlı unsurların askerî ve siyasî açıdan geri plana itilmesine sebep olmaktadır.

Ürdün yönetimi ise, ilk başlarda kendi topraklarını Suriye’deki rejim değişikliği için Amerikan özel kuvvet ve istihbarat unsurlarına açmış, fakat zamanla Selefî/Vahhabî milislerin faaliyetlerinin kendi monarşisine karşı döneceğinden korkmaya başlamıştır. Ortadoğu siyasî tarihine bakıldığında görüleceği üzere, Ürdün Krallığı için ilk tercih her zaman kendi monarşisini korumak olmuştur. Lübnan halkı için Suriye ve bölgedeki çatışmalara taraf olmak her zaman felâkete yol açmıştır. Bu sebeple Lübnan halkı mümkün olduğunca bölge içi çatışmalara doğrudan karışmamak yönünde bir eğilim sergilemektedir. Hizbullah’ın Lübnan ordusunun güçlendirilmesi için son günlerde gösterdiği gayretler bu zeminde değerlendirilebilir. Fakat Suudî Arabistan desteğinde olan bazı Sünnî unsurlar, Suriye’deki rejim muhaliflerine Lübnan üzerinden mümkün olan desteği vermeye çalışmaktadır. 

Zorakî İç Savaş’ın Yan Etkisi: El Kaide-PYD Çatışması

Esad rejimi, çatışmalar başladıktan sonra sınır birliklerini stratejik bir üstünlük için geri çekmiş, bu sayede Selefî unsurlar ve PYD güçleri arasında Türkiye sınırında hâkimiyet çatışması çıkmıştır. Tüm bürokratik unsurların da çekilmesiyle bölgede adeta bir anarşi hüküm sürmektedir. Sokaklar Irak’tan gelen Selefî ve Barzani’ye yakın silâhlı unsurların eğitim sahasına dönmüştür. Bu çatışma süreci, daha önceden silâhlı unsurları bulunsa da PYD’ye gerçek mânâda silâhlı milis unsurları kurma ve eğitme imkânı sağlamıştır. Bu çatışmalar ayrıca Suriye’nin kuzeyinde bazı şehirlerde meskûn Kürtler’de siyasî bilincin güçlenmesine sebep olmuştur. Hatta PYD lideri Salih Müslim bazı şehirlerde yerel parlamento seçimleri yapılacağını ilân edecek duruma gelmiştir. PYD mümkün olduğunca iç savaşa taraf olmadan otonomi, özerklik elde etmeye çalışmaktadır.[7] Nitekim PYD lideri 23.09.2013 tarihinde katıldığı Avrupa Parlamentosu’nda yapılan bir toplantıda barışçıl olarak özerklik istediklerinden bahsetmiştir.[8]

Sonuç

Dış siyaset alanında ortaya konan söylem ve hedefler jeopolitik unsur ve esaslar ile uyum içerisinde olduğu sürece bir anlam ifade eder. Ortadoğu coğrafyasında tüm siyasalar çok denklem üzerinden düşünülmeli ve ona göre uygulanmalıdır. Küresel ve bölgesel jeopolitik doğru okunmadan ortaya konan Ortadoğu siyaseti bu sebeple çıkmaza girmiştir. Rusya, Çin ve İran gibi Ortadoğu'da hayati menfaatleri olan oyun kurucu devletlerin gücü ve faaliyetleri bu bağlamda göz ardı edilmiş ya da önemsenmemiştir. Önümüzdeki süreçte bu ülkelerinin konumları daha iyi tahlil edilmeli ve bu ülkeler ile ilişkiler bu çerçevede geliştirilmelidir. 

 

Notlar


[1] Yoel Guzansky, “Thin Red Lines: The Syrian and Iranian Context”, Strategic Assessment, Cilt 16, Sayı 2, Temmuz 2013, s.28.
* Henüz hiçbir raporda kimyasal saldırıyı kimin yaptığı hakkında kesinleşmiş bir bilgi mevcut değildir. Dolayısıyla, bu metinde “kimyasal silâh kullanımı” ifadesi tercih edilmiştir.

[2] Mark Landler, “Obama Threatens Force aganist Syria”, New York Times, 20 Ağustos 2012, http://www.nytimes.com/2012/08/21/world/middleeast/obama-threatens-force-against-syria.html?_r=0

[3] Amos Yadlin, “The Disarmament Agreement on Syria’s Chemical Weapons, ACT I: A Win-Win Situation?”, INSS Insight, No. 467, 17 Eylül 2013, http://www.inss.org.il/publications.php?cat=21&incat=&read=12079

[4] Christof Lehmann, “Preparation of Absolute Image Control in War on Syria”, Nsnbc International, 03 Haziran 2012, http://nsnbc.me/2012/06/03/preparation-of-absolute-image-control-in-war-on-syria/ 

[5] “Erteş-i Azad-ı Suriye ez Cephey-i Nusre Fasıla mı Gired”, Al-Shofra, 04 Eylül 2013, http://alshorfa.com/fa/articles/meii/newsbriefs/2013/04/09/newsbrief-01 

[6] Esad Raşit, “El Kaide ve Hizbullah Muareket’ül Kadime”, Annabaa, http://www.annabaa.org/nbanews/49/102.htm

[7] Ece Göksedef, “War in Syria inspires Kurdish unity”, Al Jazeera, 27 Temmuz 2013, http://www.aljazeera.com/indepth/features/2013/07/2013727161533579785.html 

[8] “Konferansı Dimokratiye ve İdaretü’l Zatiye”, PYD, 24 Eylül 2013, http://www.pydrojava.net/ar/index.php/tamazight/305-2013-09-24-17-24-55